• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.71)
la battaglia di algeri - gillo pontecorvo
1950'lerin ikinci yarısında geçen film, cezayir'in fransa sömürgesi altından kurtuluşunun öyküsünü anlatıyor. fransa tarafından terör örgütü olarak kabul edilen cezayir direniş örgütü fln'nin dört yöneticisinin yakalanması etrafında dönen hikayede, işgal altındaki bir ulusun direnişi resmediliyor. direnişin biçimi terörizm şeklini alırken, yönetmen pontecorvo silahlı mücadelenin meşrutiyetini ispatlamaya girişiyor.(sinemalar.com)


  1. not: spoiler ile dolu bir entry olacak. izlemeyen lütfen okumasın.

    bana kalırsa sosyoloji, siyaset, kamu gibi gündem ile ilgili olan bölümlerin öğrencilerine zorla izlettirilmesi gerekiyor.

    filmi günümüz türkiyesine uyarlamak hiç zor değil. çünkü bütün ulusal kurtuluş mücadeleleri birbirine benziyor. dolayısıyla bunu algıları açık bir şekilde, film değil de belgesel izliyormuş gibi dikkat ederek izleyen bir insanın yığınla çıkarım yapmaması mümkün değil.

    filmden aklımda kalanlar;

    -ali karakterinin, önceleri örgüt ile hiçbir yakınlığı olmamasına rağmen, cezaevine girdikten sonra politize olması.

    hatırlamaya çalışalım. ali cezaevine nasıl giriyordu? kumar oynattığı için polisten kaçarken, bir fransız gencinin, alaycı bir tavırla çelme takması sonucu yere düşüyordu. bunu kabullenemeyen ali fransız gencinin suratına patlatıyordu ve bu esnada ona yetişen polisler tarafından yakalanıyordu. daha sonra cezaevinde bir militanın idamına tanık oluyordu ve böylece ali'nin örgütle tanışması başlıyordu. daha sonraları ise faal olarak rol almaya başlıyordu. yani ali, ideolojik bir temeli olmaksızın içindeki fransız nefretini ve kontrolsüz milliyetçi duygularını, bağımsızlık davasına kanalize ediyordu.

    bugün, türkiye'de de böyledir. metropollerde, köyden kente göçün yarattığı fakirlik, kent yaşamına uyumsuzluk, buna bağlı olarak hor görülme ve aşağılanma, bazı kürt gençlerinin kürdistan davasına kanalize olmasına yol açmaktadır. zaten örgütler açısından hedef kitlededirler. çünkü öfkelerini yoğunlaştırmak ve belli bir yere odaklamak kolaydır.

    benim böyle bir tanıdığım olmuştu. kimsenin saygı duymadığı bir çocuktu. 16-17 yaşlarındaydı. garip davranışları vardı. serseriydi, millete bulaşıp haraç falan alıyor, önüne gelenle dalaşıyordu. tanıdığım kadarı ile hiçbir siyasi düşüncesi yoktu. bütün derdi o gün de esrar, bali alabilecek parayı bulmaktı. ailesi bile vazgeçmiş ilgilenmiyordu. bir gün, polise taş atarken yakalandı ve 2 yıl boyunca tutuklu kaldı. içeriden çıktıktan sonra çok değişmişti. ideolojik eğitim almış, oturmasını kalkmasını bilen biri haline gelmişti. kaç defa elinde kalın kalın kitaplarla gördüm. eskiden önüne gelene ters ters bakan çocuk şimdilerde kitaplarını koltuğunun altına sıkıştırmış, başını önüne eğmiş yürüyordu. hayret verici bir değişimdi. bu tür vakalarla karşılaşmak zor değildir.

    -"senin ajan olup olmadığını anlamalıydık ali. eğer ajan olan cezayirli cafe sahibini vurmanı söylesek ve sen bir ajan olsan, fransızlar bağlılığını göstermen için cafe sahibini -her ne kadar muhbir bir cezayirli olsa da- vurmana izin verirdi. ama bir fransızı öldürmene izin vermezlerdi."

    evet, sahneyi tam olarak hatırlamasam da bu minvalde bir konuşma geçmekteydi. gerçekten de türk devletinin pratiğine baktığımızda aynı şeyi görüyoruz. itirafçılıktan tetikçiliğe devşirilmiş veya muhbirleştirilmiş veya korucu yapılmış kürtlerin ölümü ne halkta, ne medyada, ne de devlette bir askerin ölümünün yarattığı etkiyi yaratmıyor. tabii ki bunu "duyarlılıkmetre" gibi bir şey ile ölçmemiz mümkün değildir, haliyle nicel bir değerlendirme yapmak doğru olmaz ama en azından basına yansıyan haberlerden, sosyal medyadan bu tip çıkarımları yapmak kolaylaşıyor.

    -filmin başlarındaki düğün sahnesi de, sivil itaatsizlik bakımından incelenmeye değerdir.

    bu sahnede, örgüt yetkilisi iki genci evlendirirken "artık fransızlar değil, biz nikah kıyacağız" diyor. bunun anlamı, örgütün o bölgede -sembolik de olsa- devletleşmesidir. kck tarafından kurulan mahkemeler, ydg-h'ın uyuşturucu satıcılarına operasyon yapması, yine ydg-h'ın kimlik kontrolü yapması gibi vakalar bu minvalde değerlendirilmelidir.

    -her şey şiddet ile başlar. dikkat çekildikten ve kaale alınmaya başlandıktan sonra müzakere ortamı oluşur.

    maalesef bu türkiye'de de böyle olmuştur. 30 yıl süren bir savaşın sonrasında taraflar müzakere masasına oturmuştur. legalite denenmemiş değildir. ama maalesef rejim kürtleri bu noktaya itmiştir. aksini iddia edecek olanlar ddko'yu ve 49'lar davasını araştırabilirler.

    -şiddet başladıktan sonra, devlet kanadından da aynı yöntemi kullanmak isteyen güruhlar ortaya çıkar.

    filmde, fln'in yaptığı bir kaç eylemden sonra arap mahallesine bomba koyan polisler bu güruhtandır. bunlar, şiddete şiddet ile karşılık vermek isteyenlerdir. türkiye'deki örneği jitem ve hizbullahtır. ancak hem filmde, hem de türkiyede görüldüğü gibi bu tip misillemeler sadece karşı tarafın kararlılığını arttırmakta, sömürgeciye yöneltilen öfkenin katlanmasına sebep olmaktadır.

    ................

    blablabla. daha bir çok çıkarım yapılabilir. o yüzden dikkatle izlenmesi taraftarıyım. gerçekten çok kıymetli bir film. bir partizan örgütlenmesi üzerinden, genel bir analiz yapan bir başka film için buyrunuz;

    (bkz: voskhozhdenie - larisa shepitko)